Anayasa'nın 148. maddesi anayasa değişikliklerinin sadece şekil bakımından Anayasa Mahkemesi tarafından incelenip, denetlenebileceğini ifade ederken, Mahkeme'nin son kararı bu denetim işlevinin son anayasa değişikliği için esastan olduğu izlenimini veriyor.
Daha elimizde gerekçeli karar yok ama tahminler bu yönde.
Anayasa Mahkemesi kararını eleştirenlerin çok büyük bölümü eleştirilerini bu çizgiye oturtuyorlar ve bu durum karşısında yasama organı olan TBMM'nin işlevini yitireceğini ve Anayasa'nın yedinci maddesinin (Yasama yetkisi Türk Milleti adına TBMM'nindir. Bu yetki devredilemez) devreden çıkacağını belirtiyorlar, hakimiyet-i milliye prensibinin yara aldığını öne sürüyorlar.
Anayasa Mahkemesi kararını destekleyen kesim ise ilk dört madde dışında gerçekleştirilen anayasa değişikliklerinin Anayasa'nın ikinci maddesinde ifadesini bulan Cumhuriyet'in temel niteliklerini yani laiklik, demokrasi, sosyal devlet ve hukuk devleti ilkelerini dönüştürmeye aday oldukları ölçüde Mahkeme'nin bu denetim işlevini esastan yapabileceğini belirtiyor.
Ve tartışma bu minval üzerinden sürüp gidiyor.
Kemalist kesim bu kararın Cumhuriyet'i koruma refleksi olduğunu söylüyor.
Karara karşı olanlar ise bu karar sonrası Anayasa Mahkemesi'nin yasama erkinin yerini aldığını ve hakimiyet-i milliye kavramının büyük yara aldığını ifade ediyorlar.
Ve bence işin özünü, mantığını daha doğrusu mantıksızlığını kaçırıyorlar.
HHH
Ben de yazımın ikinci bölümüne Sayın Başbakan'ın İspanya basın toplantısında bir gazetecinin sorusu üzerine yaptığı çıkış gibi başlayayım.
Velev ki, Anayasa Mahkemesi inceleme ve denetim işlevini esastan yapsın.
Bir anayasa değişikliğinin ikinci madde ilkelerini dönüştürüp dönüştürmemeye aday olup olmadığı meselesi bence içinden çıkılması adeta olanaksız bir tartışma ve çok faydalı değil.
Meseleyi çok daha basite indirelim, Mahkeme'nin her değişikliği esastan inceleme yetkisi olduğunu, 148'i görmezden gelerek kabul edelim, işte tam da o zaman çok daha büyük bir mantıksızlık, saçmalık ortaya çıkmaktadır.
Onuncu ve kırkikinci maddede yapılan değişiklikler yükseköğretim alanında kamu hizmeti tüketicileri yani hizmet alanları içindir ve Anayasa Mahkemesi onsekiz-yirmi yaşlarında kızların derslere, kampüslere türbanla girmesinin laik devlet düzenini değiştirmeye yönelik bir eylem olduğu sonucuna varıyor ki, esastan ya da başka şeyden incelemesini yapıp iptal ve yürürlüğü durdurma kararı alabiliyor.
Esas sorun, kafa karışıklığı ve bence anlamsızlık da tam burada.
Hizmet alan yurttaş durumunda olan yani bir kamu erki kullanmayan, dış görünüm itibariyle tarafsızlık zorunlululuğu taşımayan bir kız öğrencinin başını şöyle ya da böyle kapatmasını devletin laik düzenine bir tehdit olarak algılama gerçekten tuhaf bir durum.
Türbanın bir şeriat ve suç simgesi olduğu ve bu nedenden yasaklandığı iddiası da pek tutarlı gelmiyor zira o zaman bu suçun sokaklarda, lokantalarda, televizyonlarda nasıl işlenebildiği sorusuna cevap vermek güçleşir.
Devletin bir kesimi üniversiteli kızların türban kullanım özgürlüğünü bir Alamo gibi (ilgilenen bakabilir) gördükleri, bu meseleyi on binlerce genç kızın yükseköğretim hakkı aleyhine bir inatlaşmaya dönüştürdükleri anlaşılmaktadır.
Esas sorun teknik anayasa tartışmalarında değil, hizmet alan bir öğrencinin başını nasıl örttüğünün laik devlet düzenine tehdit olarak algılanmasındadır.
Türban ya da başörtüsü ayırımı yapmak ise hukukçuların değil stilistlerin, modacıların işidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder