Batılı sistem bakımından soru, herkesin anlayabileceği kadar basit ve açıktı:
Yükselen uygarlığımızı, her geçen gün büyüyen emperyal sistemimizi nasıl kalıcı hale getirebiliriz?
Tecavüz, gasp, talan ve hırsızlık üzerine kurulmuş tüm yapılarda ayakta kalmanın çareleri ve tedbirlerinin ne olması gerektiği meselesi uğruna tahsis edilmesi gereken mesai her şeyden, hatta sistemin inşası için harcanan çabalardan da önemliydi. Zulmün, çürük temeller üzerinde uzun zamanlar boyu varlığını korumasının tabiata aykırı olduğu onlar tarafından da çok iyi bilinmekteydi. Batı sisteminin neden zulüm ve adaletsizlik üzerinde yaşamakta olduğu sorusunun cevabı da buradadır aslında.
Oysa Hakk'ın kendiliğindenlik ve tabiilik gibi meziyetleri vardı; zulmün aksine O'nu ayakta tutmak için değil yıkmak için hususi çabalar sarf etmek gerekirdi. Tıpkı bir cani, gaspçı ve hırsızın, halkın arasında güvenle dolaşamayışı, sürekli korkuyla yaşaması, akıl almaz korunma tedbirleri ile kendini aşılmaz duvarların ardındaki çelikten zindanlara hapsetmesi gibi, Batılı Emperyal sistem de ancak insan havsalasının zorlayacak maliyetlere katlanarak akıl dışı korunma zırhları içinde yaşayabilmektedir.
Batının silah endüstrisi ve teknolojileri, iki stratejik amaç etrafında şekillenmiştir. İstila, ele geçirme ve yok etme hedeflerine göre tasarlanan askeri malzemeler ile Batının saldırısı karşısında hakkını arayacak mağlup ve mağdurlar üzerinde kurulmuş hâkimiyeti devam ettirme maksatlı askeri teçhizatlar…
Savaş silahları tarihi üzerinde yazılmış kitaplar ve ansiklopediler üzerinde yapılacak kısa bir çalışma bile Batılının silah mantalitesi ve savaş felsefesinin başka medeniyetlerden ne kadar farklı olduğunu anlamaya yeterli olacaktır. Silahların şekli, tahrip gücü, vuruş mesafesi, kapasitesi ve başka tüm özellikleri, Batının kendi dışındakilere hayat hakkı tanımayan tahripkâr "Batımerkezci" ruhunu yansıtır. Herhangi bir ayırım yapmaksızın hedefteki bütün canlıları ve eşyayı vurabilecek, kısacası kullanıldığı alandaki bütün tabiatı yok edebilecek silahlar üretme fikri en orijinal haliyle Batıya aittir. Belki de dünyanın tamamını onlarca defa yok edebilecek sayıda ve kapasitede silah üretme tekeli de Batının elindedir.
Çağdaş Batı emperyalizmi, yaklaşık üç asırdır, mülkiyeti Yaratıcısı'na, tasarruf hakkı ise içinde yaşayan bütün sakinlere ait bulunmasın gereken dünyayı kendi mülkü olarak görüyor ve bunu sağlamak için dünyanın her noktasını kana ve ateşe boğuyor. Bu, tam da İslâm'ın yeryüzünden zulmü bütünüyle kaldırma misyonunun ters yüz edilmiş şeklidir. İslâm'ın, dünyayı insanının insana zulmünden arındırma, dini ve etnik ayırım yapmaksızın evrensel adaleti tahakkuk ettirme idealinin tam karşısına Batı, zulmü yeryüzünün tamamına yayılması hedefini yerleştirmiştir.
Batının, sistemini kalıcı hale getirme yolundaki tedbirleri, münhasıran silah üretimi ve güvenlik merkezli bir dünya algılayışından ibaret kalmamaktadır. Batı dışında kalan dünyanın etnik, dini, siyasi, iktisadi ve kültürel alanlarının geleneksel temellerinin yıkılması ve yerlerine Batı'da üretilmiş kavramlar etrafında yepyeni dünyalar kurulması da en az birincisi kadar hayati önem taşımıştır. 19 uncu yüzyılda başlayan ve 20 inci yüzyılın sonlarına kadar devam eden dünyada "yeni uluslar yaratma" harekâtı, ele geçirilmiş ülkeleri, elde tutabilmek amacıyla yapılmıştır. Tabiatta mevcut bulunmayan yeni türlerin "yaratıcısı" olmak, kendinin bu dünyanın efendisi ve ilahı olarak gören Batı'nın vazgeçemediği tutkusudur. O güya çok da "rasyonel" olarak "yarattığı" yeni türlerin kendisine mutlak itaat edeceğini, başka "ilah" tanımayacağını ve yoldan çıkmayacağını hesap etmektedir.
Batılı emperyalizm, işgal ettiği bölgelerde hükümranlığını tehdit edebilecek, yıkabilecek ne varsa yıkmak zorundaydı. Geleneksel yapılara hayat veren tüm değerler, inançlar, gelenek ve ahlak yok edilmeliydi.
Ellerine cetveller aldılar ve dünya haritasına yeni çizgiler çizdiler. Çizilen sınırların yıkıp harap ettiği hanümanlar, evler, şehirler, köyler ve oralarda yaşayan insanların hayatları, hesaplarında hiç yoktu. Yeni "vatanlar", yeni "uluslar" ve onların Batılılarca yazılmış uydurma yeni "tarihler"ini "yaratmaktaydılar" … "Ulusal" marşlar, kurtuluş günleri…. Kurtuluş günlerinde tekrarlanıp durulan ritüeller, paganca ibadetler… Tanrının yerine konmuş, yeni Tanrılar… Tüm bu ritüeller, tıpkı geleneksel dinlerde olduğu gibi tekrarı zamana bağlanmış bu toplu ibadetler, tarihten, geçmişten, mirastan kopmuşluğu pekiştirmeye yaramaktaydı.
Balkan coğrafyasından başlayın, Afrika'dan dolaşıp Endonezya'ya, Filipinler'e kadar bütün Asya'da aynı siyasi sistemlere, kültürel yapılara rastlarsınız. Bunların hepsinin iyice tahkim edilmiş, sıkı sıkıya kapatılmış sınırlarının tamamı, Batı tarafından çizilmiştir. Sınırlar, komşuların üstünde bitip tükenmez kavgalar yapacakları, savaşacakları şekillerde çizilmiş ve her sınıra mutlaka kanayan yaralar açılmıştır. Tüm komşular bir birlerine düşmandır. Zaten bu sınırların varlık sebebidir bu düşmanlıklar. Her ülke, güvenlik stratejilerini, komşusuyla savaşmak üzerine kurmuş, buna göre asker ve teçhizat hazırlamıştır. Bir biriyle düşman her komşunun, bütün silah ve teçhizatını Batı'dan satın aldığı, artık sıradan bir durumdur. Bunlar, yiyecek ekmeklerinden ayırır, milli gelirlerinin büyük bir kısmıyla silah satın alırlar.
"Yaratılmış" yeni ülke ve uluslar, "yaratıcı ilahları" olan Batı'yla düşmanlığı asla akıllarına getiremezler. Çünkü her birinin burnunun dibinde yeterince düşmanı vardır.
Sınırlar, adeta birer hapishane gibi içindeki ulusları yalnızlaştırmış, yabancılaştırmış ve onların tabiatlarını tahrif etmiştir. Sınırlar, çevreledikleri ülkelerin varlıklarının ve menfaatlerinin sınırlarını belirlemez; bunlar bütünüyle Batılı emperyalist yapının menfaatlerinin gereklerine göre ihdas edilmiştir.
"Yaratılmış" bu yeni ülkelerin yeni "ulus"ları, dünyaya gelişlerinin yıldönümlerini her yıl coşkunca kutlarlar ve bu kutlama yıldönümlerinin hiçbiri 90 yıldan eski değildir.
Batı önce elbiseleri, vatanları hazırlamış, sonra bu elbiselere uygun yeni bedenler üretme aşamasına geçmiştir. Tüm bu uydurma yeni tarihler, yeni kültürler, yeni dil, yeni müzik, yeni sosyal davranışlar, ritüeller, ulusal törenler, balolar, yeni ulusun yapı malzemeleridir. Üretilen yeni dile ve kavramlara uygun yeni hayatlar icat edilmiştir. Mevcut kelime ve kavramların içi boşaltılmış, boşaltılan yerlere Batının uydurduğu yeni anlamlar yerleştirilmiştir. Kendi coğrafyamızdan örnek verecek olursak; Arap, Kürt, Türk, Arnavut, Boşnak, Çerkez, Ermeni, Rum ve Yahudi, geçmişlerinden bağımsız olarak yeniden tarif edilmiştir. Yeni tarifin bu kavimlerin tarihiyle hiçbir bağı yoktur. Yazılan yeni tarihte bu kavmin komşu ve akraba diğer kavimlerle birlikte yaşadıkları evden söz edilmez. Kerhen söz açılsa da ihtilaflar, düşmanlıklar anlatılır; Türkler, Arapları yüzlerce yıl ezmiş, Kürtler, Araplar, Türklere ihanet etmiştir… Bununla öyle bir süreç başlatılmıştır ki mesela yeni Kürtlük, hem kendini, hem de yeni Türklüğü kemirip yok eden bir zararlı unsur haline gelmiştir. Batılıların tarif ettiği yeni Türklük de öyle… Yeni Türklük, hem kadim bir kavim olarak Türklüğü harap etmekte, tarihle, coğrafyayla olan bağlarını söküp atmakta ve onu yok etmekte, hem de etrafındaki diğer unsurları zehirlemektedir. Yeni Türklük, tabii olarak var olan her cisme, kişiye ve unsura hürmet eden, bağrında yüzlerce dil, kavim, din ve mezhebin yaşamasına müdahalede bulunmayı aklından bile geçirmemiş muhteşem bir medeniyetin kalbinde yer alan Türklükten kopmuştur. Bütün enerjisini iç çekişmeler, etnik sürtüşmeler ve sınır anlaşmazlıklarıyla komşularıyla hırlaşmalara harcamaktadır. Aynı durumlar, fazlasıyla yeni Arnavutluk, yeni Çerkezlik, yeni Ermenilik, yeni Yahudilik için de geçerlidir. Şimdi artık aklı başında pek çok Yahudi, Yahudiliğin en büyük düşmanının Batının "yarattığı" Siyonizm olduğunu itiraf ve ilan etmeye başlamıştır.
Her var oluş gibi (kevn), bu sürecin de bir yok oluşu (fesad) elbette ve mutlaka yaşanacaktır. İnsanlık, Batı tarafından gafletinden yararlanılıp uyuşturulduktan sonra itildiği bu cehennem çukurunda bir gün mutlaka gözlerini açacaktır. Uyanan nehirler kendi yataklarında akmak isteyeceklerdir. Ama Batı, kendi mülkü ve hakkı gördüğü Dünyayı elinde tutmanın pek çok yeni vasıtasını da şimdiden hazırlamıştır. Batının 21. asrı, dün Onun hükümranlık aracı olarak icat edip kullandığı konserve üretimi yeni ulusların çözüldüğü, dağıldığı, sınırların kaldırıldığı yeni bir çağ olarak tasarlanmıştır. Önümüzdeki zamanlar, ırmakların kendi yataklarında akmaya devam edip etmediğini gösterecektir. Bir uykudan uyanıp başka bir uykuya dalmak maalesef mümkün görünmektedir; Batının çizdiği koordinatlarda, onun tarif ettiği kimlikler, kişilikler olmakta ısrar ettiğimiz sürece… Bu durumda Dünya, bütün yeraltı ve yer üstü mevcutlarıyla birkaç milyon insanın çiftliği, milyarlarca insan da bu çiftliğin karın tokluğuna çalışan köleleri, marabaları olmaya devam edecektir.